Johan Cruijff 1-0 Van Gaal | Hagi ve Cruijff üzerine: Sevgi ne zaman kaos oldu ki?
Hayatın her alanında sevgi çok dramatik bir kavram. Hakkında en ufak bir eylemde ne yapacağınızı kestirmeye çalışmaktan yorulabilirsiniz. Kötü bir karar ya da ani bir hareket, içlerinden en zedeleyicisi olur. Ancak tıpkı kanatlı, sevimli bir yavru kuşun sürüsünden ayrıldığı anda başlayan şüphe gibi sorgulamaya başlarsınız kendinizi. Ve sonunda bir yerde mutlaka yanlış yaptığınız noktayı teşhis edersiniz.
Birinci aktör, Gheorghe Hagi. Kimdi o? Ülkesinde bayrağı eline alıp tepeye dikmiş, 94 Dünya Kupası'nda fırtınalar estirmiş ancak Avrupa macerası pek doludizgin gitmemişti. Oradan oraya savrulmuş, kısa süreli büyüler yapmış lakin elle tutulur bir değer elde edememişti. Sonra Galatasaray'a gelmişti. Tıpkı Galatasaray'a da yaşatacağı gibi hayatında ilkleri yaşamıştı. Aradan seneler geçecek ve onun giydiği numarayı doldurmaya çalışacaklardı, ancak boştu. Peki bugün tıpkı Galatasaray'ın anımsadığı gibi kim anımsayabilirdi onu? Onun Galatasaray'a verdiklerini ve Galatasaraylıların ona karşı olan sevgisini dünyanın en harika şeyi nasıl değiştirebilir ki? İki eski takımının maçında, Barcelona'ya karşı Ali Sami Yen'de oynanan mücadelede, onun gülücükle Galatasaray soyunma odasına bakarak ağzından çıkan "Başarılar" sözcüğünü hangi sevginin yerine koyabilirsiniz ki?
Aslında tüm bunlar yazarlığını Erich Segal'ın yaptığı, yönetimini Arthur Hiller'ın üstlendiği ve başrollerini Ali MacGraw ile Ryan O'neal'ın oynadığı 1970'de çekilen bir filmle başlamıştı: Love Story. "Sevginin olduğu yerde asla üzgün olduğunu söyleyemezsin."
O filmi izledikten sonra pek çok şey değişti. Gerçekten öyle miydi? Sevginin olduğu yerde başarısızlık dahi olsa üzgün olduğunu söyleyebilir miydin? Bunu sorguladım, ancak tam da eninde sonunda hissedeceğim şekilde yanıldığımı düşündüm. Hagi hakkında yanılmıştım. Hagi, Galatasaray'a hiçbir zaman kendi menfaatleri doğrultusunda gelmemiştir; bilakis, Hagi her zaman Galatasaray'a ona ihtiyaç duyulduğu anda gelmiştir. "Burada işler yolunda gitseydi beni getirmezlerdi. Kötü bir takım aldığımın farkındayım." İşte o adam; düşündüklerini hiçbir şüpheye bağımlı olmadan söyleyebilen, amacı zarar vermek değil; doğruyu bulmak olan o adam, o anda dünyanın en doğal insanı değil midir? Galatasaray, Ekim ayında oynanan Ankaragücü maçını saçma bir şekilde kaybetse de futbol; Cruijff'ün dediği gibi hataların oyunudur. Doğru bir seçim yapıp yapmadığını ancak onu uygulamaya koyduğun anda görebilirsin. Hagi sadece bunu yapmıştı ve başarısız olmuştu. Olaya basitçe şöyle bakabiliriz: Geldi, denedi ve gitti. Ancak sevgi hiç gitmedi. Sevgi hep aynıydı. Bugün sevgi, Hagi Galatasaray'a tekrar uğradığında yüzünü en ak ve şiddetli biçiminde gösterecektir. Sevgi, ona yine ulaşmaya çalıştığınızda ilk uçakla atlayıp Florya'nın yolunu tutacaktır. Tıpkı Viyana yakınlarında Bratislava’da başlayan ve Romanya topraklarında Ramnicu Sarat yakınlarından geçen ve ardından Tuna üzerinde sona eren, adına "Karpatların Maradonası" lakabı takılan bir dağ silsilesi gibidir Hagi'ye olan sevgi. Hagi sevgisi Karpatların şaşalığı kadar büyüktür. Ve eğer sevgi yukarıda anlattığımız gibi birşey ise onun üzerinde asla oynama yapamayacağız.
İkinci aktör, Johan Cruijff. 1973 yılında bu ince, sıska görünümlü adamın Katulunya'da başkenti olan Barcelona'yı seçmesinin nedeni, İspanya liginin oyun kültürü ve yapısıdır. Johan Cruijff Avrupa'da büyük bir tarihi olan takımda oynamayı isteyerek Barcelona'yı seçmiştir. Ve gittiği gibi orada yalnızca futbolu değil, insanların oyuna bakış açılarını da değiştirmiştir. -80'li yılların başlarında bir maçta Barcelona taraftarı takımlarını fazla pas yapıyor diye yuhalamıştır- Franco'nun rejimi altında ezilen Katalanların başını dik tutmasını sağlamıştır ve üstelik bunu futbol ile başarmıştır. O dönem tüm Katalanlar Madrid takımına yapılan ayrıcalıkları bahane etmiş, hatta bir maçta bir hakem için ödenen 20.000€ 'dan dahi söz edilmiştir. Cruijff'ün hikayesi ise futbolculuğunu yaptığı takıma 88 yılında geri dönerek dönemin başkanı Nunez'e Katalanca söylediği "Soyunma odası yalnızca bana aittir" sözleriyle başlamıştır. O dönemden beri Barcelona'da Johan Cruijff'ün kurduğu yapı hiç değişmemiştir. Sürekli gelişmiş ve üzerine konmuştur. Bugün Barcelona'yı bu denli sevmemin nedeni de budur. Ben hiçbir zaman Cruijff'ün oynadığı takımları tutmadım, Cruijff'ün değiştirdiği takımları tuttum.
Johan Cruijff bir takımın tarihini bu denli değiştirerek dünyanın en iyisi olmasın bir numaralı sebebidir. Ve bugün onu Barcelona'da bir ordu komutanı gibi anarlar. Oğlunun adını bir Katolik ismi olan "Jordi" diye koymuştur. Tüm bunları anlatmamın nedeni, dünya futbolunda bu denli büyük bir yıkıma neden olmuş bir adamın kendisini yine de Ajax'a ait olarak hissetmesidir. Ona kendinizi en çok ne zaman özel hissettiniz diye sorsanız şöyle yanıt verir: “Kariyerim boyunca Ajax’da, Barcelona’da ve milli takımda çok hoş anılarım oldu elbet. Ancak kendimle en gurur duyduğum an 17 yaşımdayken ilk defa Ajax stadyumunda binlerce seyircinin karşısına çıktığım andı.”
Cruijff ve Ajax çalkantıları eski Ajax antrenörü Martin Jol döneminde başlamıştı. Cruijff sürekli Ajax'ı eleştirmiş ve bu kadar korkak olmaması gerektiğini söylemişti. O dönem Martin Jol istifa ederek yerini De Boer'a bıraktı. Cruijff yönetimde görev almaya başladı ve Ajax'ın yeni yapılanmasıyla ilgili toplantılara katıldı. Başlarda hoştu ancak sonra Cruijff'ün düşündüğü atamaları yapmayan yönetim ile onun arasında problem patlak vermeye başladı. Bu arada Ajax yönetimi toplu istifa kararı aldı ancak sonra tekrar uzlaşma yolu arandı. Cruijff kulübe Bergkamp'ı getirdi ve o dönem sonunda geçtiğimiz yıl Ajax ligi kazanmayı başardı. Tüm bunlar devam ederken ertesi sezon Cruijff işlere erken koyuldu. Türk Milli Takımı'nda başarısız grafik çizen ve ayrılacağı iddaaları kuvvetlenen Hiddink'in sportif direktörlük için uzunca adı geçti. Ancak tam bunlar hakkında fikir yürütülürken Ajax yönetimi Cruijff'ün bir numaralı karşıtı olan Van Gaal'i CEO olarak getirdiğini açıkladı, hem de bunu Cruijff Barcelona'da bulunurken yaptı ve onun bundan hiç haberi olmadı. Açıkca ona 'git' dediler. Sevgiye 'git' demişlerdi. Johan Cruijff'ü görmezden gelmişlerdi.
Cruijff ise her zaman Ajax'ın Ajax'a bağlı ve kendisini oraya ait hisseden kişiler tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünür ve sık sık Ajax sevgisi öbeğini nitelerdi.
Şimdi düşünün, Ajax'ı Hollanda'da farklı takımlarda oynamış ve yönetmiş bir adam olan Van Gaal mi yukarı çıkarabilir, yoksa takımın yaşadığı süre boyunca her zaman yukarıda olmasını gözlemlemiş ve Ajax'ın kültürünü korumaya çalışmış bir adam mı? Burada Van Gaal'in üstün teknik direktörlük meziyetlerine büyük saygım var ancak bir seçim yapılmaya kalkınsaydı ben Van Gaal'i Cruijff'ün yanında çırağı olarak dahi görmezdim. Ben her zaman sevgiyi ve bağlılığı tercih ederdim.
Bugün, 2011 yılının 19'uncu Kasım gününü geride bıraktık ve Ajax, Nac Breda'ya karşı bir futbol maçı oynadı. Tribündekilerin baştan sonra Cruijff'a olan ilgisi, maça olan ilgisinden fazlaydı. Bu tutum beni oldukça cezbetti çünkü benim gibi düşünen binlerce Ajax taraftarı olduğunu gördüm. Bu işi yöneticiler yapamazdı. Yöneticiler takım elbiseli, gömleklerinin üzerine kravat takan ve siyah ayakkabılar giyen adamlarken, Johan Cruijff klasik formasını veya gri paltosunu giyen, ardından Ajax'ı Avrupa'nın zirvesine taşıyan adamdır. Cruijff bazen bir futbolcudur, bazen bir teknik direktör ve bazen ise bir taraftar. Bu gece Ajax taraftarı sevgiyi seçti. Hem de en isabetli adama karşı. Şimdi siz düşünün, başarılı veya başarısız olma pahasına sevgiyi seçmek mi, yoksa onu çıkarıp atarak uzaktan izlemek mi?
Birinci aktör, Gheorghe Hagi. Kimdi o? Ülkesinde bayrağı eline alıp tepeye dikmiş, 94 Dünya Kupası'nda fırtınalar estirmiş ancak Avrupa macerası pek doludizgin gitmemişti. Oradan oraya savrulmuş, kısa süreli büyüler yapmış lakin elle tutulur bir değer elde edememişti. Sonra Galatasaray'a gelmişti. Tıpkı Galatasaray'a da yaşatacağı gibi hayatında ilkleri yaşamıştı. Aradan seneler geçecek ve onun giydiği numarayı doldurmaya çalışacaklardı, ancak boştu. Peki bugün tıpkı Galatasaray'ın anımsadığı gibi kim anımsayabilirdi onu? Onun Galatasaray'a verdiklerini ve Galatasaraylıların ona karşı olan sevgisini dünyanın en harika şeyi nasıl değiştirebilir ki? İki eski takımının maçında, Barcelona'ya karşı Ali Sami Yen'de oynanan mücadelede, onun gülücükle Galatasaray soyunma odasına bakarak ağzından çıkan "Başarılar" sözcüğünü hangi sevginin yerine koyabilirsiniz ki?
Aslında tüm bunlar yazarlığını Erich Segal'ın yaptığı, yönetimini Arthur Hiller'ın üstlendiği ve başrollerini Ali MacGraw ile Ryan O'neal'ın oynadığı 1970'de çekilen bir filmle başlamıştı: Love Story. "Sevginin olduğu yerde asla üzgün olduğunu söyleyemezsin."
1970 yılında çekilen Love Story filminden bir kare |
İkinci aktör, Johan Cruijff. 1973 yılında bu ince, sıska görünümlü adamın Katulunya'da başkenti olan Barcelona'yı seçmesinin nedeni, İspanya liginin oyun kültürü ve yapısıdır. Johan Cruijff Avrupa'da büyük bir tarihi olan takımda oynamayı isteyerek Barcelona'yı seçmiştir. Ve gittiği gibi orada yalnızca futbolu değil, insanların oyuna bakış açılarını da değiştirmiştir. -80'li yılların başlarında bir maçta Barcelona taraftarı takımlarını fazla pas yapıyor diye yuhalamıştır- Franco'nun rejimi altında ezilen Katalanların başını dik tutmasını sağlamıştır ve üstelik bunu futbol ile başarmıştır. O dönem tüm Katalanlar Madrid takımına yapılan ayrıcalıkları bahane etmiş, hatta bir maçta bir hakem için ödenen 20.000€ 'dan dahi söz edilmiştir. Cruijff'ün hikayesi ise futbolculuğunu yaptığı takıma 88 yılında geri dönerek dönemin başkanı Nunez'e Katalanca söylediği "Soyunma odası yalnızca bana aittir" sözleriyle başlamıştır. O dönemden beri Barcelona'da Johan Cruijff'ün kurduğu yapı hiç değişmemiştir. Sürekli gelişmiş ve üzerine konmuştur. Bugün Barcelona'yı bu denli sevmemin nedeni de budur. Ben hiçbir zaman Cruijff'ün oynadığı takımları tutmadım, Cruijff'ün değiştirdiği takımları tuttum.
Johan Cruijff bir takımın tarihini bu denli değiştirerek dünyanın en iyisi olmasın bir numaralı sebebidir. Ve bugün onu Barcelona'da bir ordu komutanı gibi anarlar. Oğlunun adını bir Katolik ismi olan "Jordi" diye koymuştur. Tüm bunları anlatmamın nedeni, dünya futbolunda bu denli büyük bir yıkıma neden olmuş bir adamın kendisini yine de Ajax'a ait olarak hissetmesidir. Ona kendinizi en çok ne zaman özel hissettiniz diye sorsanız şöyle yanıt verir: “Kariyerim boyunca Ajax’da, Barcelona’da ve milli takımda çok hoş anılarım oldu elbet. Ancak kendimle en gurur duyduğum an 17 yaşımdayken ilk defa Ajax stadyumunda binlerce seyircinin karşısına çıktığım andı.”
Cruijff ve Ajax çalkantıları eski Ajax antrenörü Martin Jol döneminde başlamıştı. Cruijff sürekli Ajax'ı eleştirmiş ve bu kadar korkak olmaması gerektiğini söylemişti. O dönem Martin Jol istifa ederek yerini De Boer'a bıraktı. Cruijff yönetimde görev almaya başladı ve Ajax'ın yeni yapılanmasıyla ilgili toplantılara katıldı. Başlarda hoştu ancak sonra Cruijff'ün düşündüğü atamaları yapmayan yönetim ile onun arasında problem patlak vermeye başladı. Bu arada Ajax yönetimi toplu istifa kararı aldı ancak sonra tekrar uzlaşma yolu arandı. Cruijff kulübe Bergkamp'ı getirdi ve o dönem sonunda geçtiğimiz yıl Ajax ligi kazanmayı başardı. Tüm bunlar devam ederken ertesi sezon Cruijff işlere erken koyuldu. Türk Milli Takımı'nda başarısız grafik çizen ve ayrılacağı iddaaları kuvvetlenen Hiddink'in sportif direktörlük için uzunca adı geçti. Ancak tam bunlar hakkında fikir yürütülürken Ajax yönetimi Cruijff'ün bir numaralı karşıtı olan Van Gaal'i CEO olarak getirdiğini açıkladı, hem de bunu Cruijff Barcelona'da bulunurken yaptı ve onun bundan hiç haberi olmadı. Açıkca ona 'git' dediler. Sevgiye 'git' demişlerdi. Johan Cruijff'ü görmezden gelmişlerdi.
Johan Cruijff, kim seni görmezden gelebilir ki? |
Cruijff ise her zaman Ajax'ın Ajax'a bağlı ve kendisini oraya ait hisseden kişiler tarafından yönetilmesi gerektiğini düşünür ve sık sık Ajax sevgisi öbeğini nitelerdi.
Tavsiyecilik işini seviyor musunuz? sorusu üzerine Cruijff:
"Daha önce De Boer’a da belirttiğim gibi ek olarak formüle Ajax’ın geleceği için en iyi fikirleri verebilecek insanlarla birlikte bir tartışmaya oturmak. Rijkaard, Van Basten, Winter, Roy, Schoenaker, Boeve, Emperor, Jonk ve Bergkamp gibi eski oyuncuları görmenin keyifli olacağını düşünüyorum. Kulübe bağımlılığı olan kişiler, Ajax ve Ajax gibi bir futbol kulübüne sahip çıkabilir."
Şimdi düşünün, Ajax'ı Hollanda'da farklı takımlarda oynamış ve yönetmiş bir adam olan Van Gaal mi yukarı çıkarabilir, yoksa takımın yaşadığı süre boyunca her zaman yukarıda olmasını gözlemlemiş ve Ajax'ın kültürünü korumaya çalışmış bir adam mı? Burada Van Gaal'in üstün teknik direktörlük meziyetlerine büyük saygım var ancak bir seçim yapılmaya kalkınsaydı ben Van Gaal'i Cruijff'ün yanında çırağı olarak dahi görmezdim. Ben her zaman sevgiyi ve bağlılığı tercih ederdim.
Bugün, 2011 yılının 19'uncu Kasım gününü geride bıraktık ve Ajax, Nac Breda'ya karşı bir futbol maçı oynadı. Tribündekilerin baştan sonra Cruijff'a olan ilgisi, maça olan ilgisinden fazlaydı. Bu tutum beni oldukça cezbetti çünkü benim gibi düşünen binlerce Ajax taraftarı olduğunu gördüm. Bu işi yöneticiler yapamazdı. Yöneticiler takım elbiseli, gömleklerinin üzerine kravat takan ve siyah ayakkabılar giyen adamlarken, Johan Cruijff klasik formasını veya gri paltosunu giyen, ardından Ajax'ı Avrupa'nın zirvesine taşıyan adamdır. Cruijff bazen bir futbolcudur, bazen bir teknik direktör ve bazen ise bir taraftar. Bu gece Ajax taraftarı sevgiyi seçti. Hem de en isabetli adama karşı. Şimdi siz düşünün, başarılı veya başarısız olma pahasına sevgiyi seçmek mi, yoksa onu çıkarıp atarak uzaktan izlemek mi?
Johan is een echte Ajacied.
Johan Cruijff wie kent hem niet?
Johan Cruijff gerçek Ajax'tır
Johan Cruijff, kim seni görmezden gelebilir?
"Cruijff, bize Ajax'ı geri ver!"
"Her zaman yanındayız Johan Cruijff"
"Apple Steve Jobs ise, Ajax Johan Cruijff'tür!"
Yorumlar