Üçgen
Galatasaray, Barcelona ve Liverpool. Basit bir üçgen. 3 takımda tarihsel olarak birbirine benzer. Avrupa başarıları ve tarihi yapısıyla ünlüdürler. 3 takımda harika futbolculara sahip olmuştur. Futbol kalbimi çalan 3 takımın oyuncu alışverişine bir göz atalım...
Frank de Boer: Sol ayaklı gördüğüm ender stoperlerden biriydi Frank. Barcelona'nın ve Hollanda Milli Takımı'nın kaptanlığını yapmıştır. Galatasaray için aslında yeni bir Popescu transferidir fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Frank de Boer, bir çok maçta kolay hatalar yaparak takımın başını yakmıştır. Kariyerinin en iyi dönemleri Barcelona ve Ajax'tır.
Milan Baros: Futbolun yakışıklı forveti. Liverpool ile Şampiyonlar Ligi'ni kaldırır. İnce, hızlı, sert, profesyonel ve kazanmayı sevmeyen bir karaktere sahiptir. Liverpool'dan sonra yaşadığı düşüş, Galatasaray ile son bulacaktı. Galatasaray'da ilk yılında yaklaşık 30 gol atmayı başarmıştır. Ne kadar sakatlıklarla boğuşsa da sahada olduğu her an o hırsını size endeksli biçimde aktarır, golünü atmayı başarır.
Harry Kewell: Tanrı onu olması gereken yere gönderdi: Galatasaray'a. Leeds döneminde ve Liverpool'da ilk yıllarında Dünya'nın en iyi sol açığı olarak gösteriliyordu. Sakatlıklar başına bela oluyordu ki Galatasaray tıpkı Baros'ta olduğu gibi onu toparlamasını sağlayacaktı. Sempatik, sahada pozitif, aşırı profesyonel bir karakter. Sık sakatlıklar yaşamasaydı belkide çok daha mükemmel bir kariyere sahip olacaktı.
Frank Rijkaard & Johan Neeskens: Bu ikiliyi Amsterdam komşusu ve futbolculuğundaki takım arkadaşı Cruijff en iyi olarak anlatır elbette. "Frank daha sakin ve soğukkanlıdır. Neeskens daha serttir ve daha seridir. İkisi birbirini tamamlar." Barcelona ile kazanılan 2 Lig Kupası ve 1 Şampiyonlar Ligi futbol bilgilerinin ispatıdır. Barcelona'ya mükemmel bir gelecek bırakarak Galatasaray'a imza atmışlardır ancak buralar onlara büyük gelmiştir. İlk yılında iyi oyunculara sahiptiler fakat istedikleri oyunculara sahip değildiler. İkinci yıllarında bunlara rütuş yapmak yerine saçma sapan kadro yenilikleri, iyi oyuncuların yerinin doldurulamaması 8. haftada sonlarını hazırlamıştır.
Graeme Souness: Galatasaraylılar Kadıköy'de diktiği bayrakla tanır onu. Eski Liverpool efsanesi Souness, 91-94 yılları arasında antrenör olarak Liverpool'u çalıştırmış ve kazandığı tek başarı 1992'de kazandığı FA Cup olmuştu. Liverpool'da başarısızlığın en büyük nedeni takımı hızlı bir şekilde değiştirmeye çalışmış olmasıydı. Liverpool'dan ayrılma nedeni suçlu olmadığını kanıtlamaktı. Galatasaray'da ise bir yıl görev almış ve bu sürede bir Türkiye Kupasını Galatasaray'ın müzesine koymuştu.
Gheorghe Hagi: Gelmiş geçmiş en büyük futbol şairlerinden biri. 94 Dünya Kupası'nın yıldızı Hagi, İspanya'da tüm kupaları sömürmüş olan Barcelona'nın efsane kadrosuna katılır. Hocası Cruijff'tür. 2 yıllık Barcelona kariyerinde başarılı olamamıştır ve belkide kariyerinde zirve yapacağı takıma imzasını atmıştır. O dönem yaşlı damgasına yiyen Karpatların Maradonasının Galatasaray'da 4 Lig şampiyonluğu, 2 Türkiye Kupası, 2 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 1 Avrupa Kupası ve 1 Süper Kupa kazanacağını elbette kimse tahmin edemezdi...
Gheorghe Popescu: Hagi ile birlikte Barcelona'ya katılan bir diğer "ayağı top yapan soper" Popescu'dur. İki takımda hemen hemen aynı istatistikleri tutturmuştur fakat efsaneleştiği kulüp Uefa Kupası'nı kazandıran son penaltıda Levent Özçelik'in "hadi oğlum" nidalarıyla efsaneleştirdiği Galatasaray'dır.
Abel Xavier: Futbolculuğundan çok markasıyla tanınan futbolculardan biriydi Abel. Galatasaray'da geçirdiği dönemde zaman zaman iyi performanslar ortaya koymuş fakat hızlı forvetlere karşı etkisiz denilerek gönderilmiştir. Özel hayatında müslümanlığı seçmesinin en büyük nedeninin Galatasaray'da geçirdiği yıllar olduğunu söylemiştir.
Frank de Boer: Sol ayaklı gördüğüm ender stoperlerden biriydi Frank. Barcelona'nın ve Hollanda Milli Takımı'nın kaptanlığını yapmıştır. Galatasaray için aslında yeni bir Popescu transferidir fakat başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Frank de Boer, bir çok maçta kolay hatalar yaparak takımın başını yakmıştır. Kariyerinin en iyi dönemleri Barcelona ve Ajax'tır.
Milan Baros: Futbolun yakışıklı forveti. Liverpool ile Şampiyonlar Ligi'ni kaldırır. İnce, hızlı, sert, profesyonel ve kazanmayı sevmeyen bir karaktere sahiptir. Liverpool'dan sonra yaşadığı düşüş, Galatasaray ile son bulacaktı. Galatasaray'da ilk yılında yaklaşık 30 gol atmayı başarmıştır. Ne kadar sakatlıklarla boğuşsa da sahada olduğu her an o hırsını size endeksli biçimde aktarır, golünü atmayı başarır.
Harry Kewell: Tanrı onu olması gereken yere gönderdi: Galatasaray'a. Leeds döneminde ve Liverpool'da ilk yıllarında Dünya'nın en iyi sol açığı olarak gösteriliyordu. Sakatlıklar başına bela oluyordu ki Galatasaray tıpkı Baros'ta olduğu gibi onu toparlamasını sağlayacaktı. Sempatik, sahada pozitif, aşırı profesyonel bir karakter. Sık sakatlıklar yaşamasaydı belkide çok daha mükemmel bir kariyere sahip olacaktı.
Frank Rijkaard & Johan Neeskens: Bu ikiliyi Amsterdam komşusu ve futbolculuğundaki takım arkadaşı Cruijff en iyi olarak anlatır elbette. "Frank daha sakin ve soğukkanlıdır. Neeskens daha serttir ve daha seridir. İkisi birbirini tamamlar." Barcelona ile kazanılan 2 Lig Kupası ve 1 Şampiyonlar Ligi futbol bilgilerinin ispatıdır. Barcelona'ya mükemmel bir gelecek bırakarak Galatasaray'a imza atmışlardır ancak buralar onlara büyük gelmiştir. İlk yılında iyi oyunculara sahiptiler fakat istedikleri oyunculara sahip değildiler. İkinci yıllarında bunlara rütuş yapmak yerine saçma sapan kadro yenilikleri, iyi oyuncuların yerinin doldurulamaması 8. haftada sonlarını hazırlamıştır.
Yorumlar
O zaman dünyadaki her takımın bir bağı vardır yahu. Fenerbahçe'nin Chelsea ile (Anelka), Beşiktaş'ın Real Madrid ile (Tochack, Del Bosque) vs. bağı vardır.
Son zamanlarda gördüğüm en saçma post, kusura bakma.
Liverpool'un "You'll never walk alone"u vardır. Barcelona'nın "Mes que un club"ı vardır. Galatasaray'ın da "Nevizade Geceleri" vardır. 3 takımda Avrupa'da başarıyı hedefler. Kuruluşlarındaki amaçlara göz atabilirsin. "Amacımız bir renge ve bir isme sahip olmak, Türk olmayan takımları yenmektir" der Ali Sami Yen. Ve 3'ü de hedeflediği başarılara ulaşmıştır. Tarihleri çok büyüktür. Ben böyle bir bağ kuruyorum ama sen saçma diyorsan saygı duyarım.