Yazmak ve okumak üzerine düşünceler
Adamın birinin bir oğlu varmış; 12 yaşındaymış. 300 kitap okumuş. Duyduğumda şaşırdım. 12 yaşına değin 300 kitap okumak akıl karı bir iş değil. Bir an daldım düşünceye. O çocuğun yerinde ben olsaydım, olgun bir karakterle hayata daha erken bir yaşta tutunabilir miydim? Kadınları daha erken anlayabilir miydim? Ebeveyn kısıtlamalarını, tutumlarını, onların bir anne ve baba olmadaki rolünü ve buna yönelik eğilimlerini daha erken ve iyi bir biçimde çözebilir miydim? Saatlerimi daha iyi ayarlayabilir, vaktimi daha verimli kullanabilir ve bir grup içerisinde daha saygın bir rol kazanabilir miydim? Bilemiyorum. Fakat şüphesiz her yaşın bir ağırlığı var. Bu nedenle yaşının nelere yetebileceğini iyi kestirmek gerek.
Dün gece uyku tutmadı. Televizyonu kapatıp, bir sigara yakıp, Freud'un yaşamını anlatan kitabı okumaya koyuldum. "Görüntünün Ortasındaki Karanlık" gibi etkili bir başlık vardı kitabın üzerinde. Kitap Freud'u anlatmakla kalmıyor, 19. yy'da yaşama dair önemli kesitler sunuyordu. Okumak isteyenlere tavsiye edebileceğim bir kitap bu. Bir bölümde Freud'un en küçük kardeşiyle olan ilişkisinden bahsediliyordu. Freud, evin en büyüğü olarak, bir gün kardeşinin yanına gitmiş ve ona şöyle demiş: "Bak kardeşim, sen ve ben raftaki ciltler gibiyiz. Sen kitaplığın en başısın ve bense en sonundayım. Dolayısıyla aramızdakileri görüp kavrayacak ve muhafaza edecek en önemli ciltler biziz." Freud, gerçekten, evin en büyüğü olarak ona sımsıkı sarılmış. Freud, kardeşinin okuyacağı kitapları kendi namında özel olarak seçip belirlermiş. Bir gün yine bir kitap okumaya koyulacakken, Freud, onun yanına gelmiş ve kitaba bakıp ona şunu söylemiş: "Hayır, bu kitabı okumak için doğru yaşta değilsin." Psikanaliz üzerine sayısız çalışmalar yapmış bir adam için bu hikayeler çok da koyu kaçmıyor. Ama Freud her defasında, gerçekten olaylara doğru bir açıdan yaklaşmıştır.
Bu hikayeden kasıtla, hayatımda yaşadığım herşeye kendimi inandırmayı başaramadığım notunu da ekleyerek, okuma ve yazma konusunda doğru davrandığımı düşünüyorum. Her yiğidin yoğurdu yiyişi farklı olduğu gibi her yaşın vücutta ve beyinde vermiş olduğu doğurganlık da farklıdır benim için. Bu nedenle, kitap okurken ve birşeyler yazma hevesine girişmeye çalışırken gayet tabii dikkatli davranmak gerekiyor. Mesela ben, yazma konusunda o kadar tereddüt çekmedim. Çünkü yazmaya başladığım ilk zamanlar beden fonksiyonlarım zihnimden önce çalışıyordu; yani hareket beyinden bir adım öndeydi. Ancak zamanla bu tam tersini aldı; insan önce düşünür oldu, sonra uygulamaya koyar oldu. Herkeste olduğu gibi!
Yazmak, benim için bir samimiyetin göstergesidir. Fakat yalnızca bunu hissedenler için. Mesela ben, samimi birşey yazmaya çalıştığımda bundan keyif alıyorum. O samimiyeti kelimelerle süslediğimde bu işi yapmayı gerçekten istediğimin farkına varıyorum. Yazmak, biraz yaşamaktır. Bilgi dolu bir adamın kılavuzundan çıkan fikirlerdir benim için yazmak.
Aslında yazının bir sanat olduğunu ilk olarak Kuran tefsirlerinde gördüm. Kuran'da büyüleyici bir bütünlük var. İnsan kendisini alamıyor, çünkü Kuran'da kanıt var. İnsan ders alıyor, çünkü Kuran'da yaşanmış hikayeler var. İnsan mana buluyor, çünkü Kuran'da mana var. İnsan yaşamı ve yaşamdan sonrasını biliyor, çünkü Kuran cevabını veriyor. İnsan gezegenleri ve onların hareketlerini öğreniyor, çünkü Kuran bu bilgiyi size sunuyor. İnsan, parmağındaki şekillerin dahi Kuran'da kanıtlarına rastlayabiliyor. Bu insana huzur veriyor. İşte, akıl ürünü kitaplar da, yaşanmışlıkla yoğrulduğunda, bana bu tadı vermekten geri kalmıyor. Tamamen gerçekçi bir yaklaşım olarak adlandırabiliriz bunu.
Okuma hususunda polisiye ve aşk romanlarına aşırı merakı olanları görürüm mesela. Ben bunu hep yanlış buldum. Kendimi bildim bileli, bilim-kurguyu dışarı itersek, bilgi barındırmayan beriki kitapları sevdiğimi hiç hatırlamıyorum. İnsan yaşayarak da birşeyler elde edebilir, savunabilir... Heyecan yaşamak isteyenlere doğayı tavsiye ederim. Aşkı anlamak isteyenler için bu işe bulaşmalarını tavsiye ederim. Deneme-yanılma yöntemi kısacası. Ama bilgi farklıdır, bilgi bizi büyütür. Bilgi, yaşanmışlığıın bir ürünüdür ve gerçekten düşünmeye başladığınızda, onu tüm gerçekliğiyle ele alabilirsiniz. Zevkler elbette farklıdır ama kurgular benim için tadımlıktır. Eğer büyütürseniz elinizde koca bir sıfır olacağının farkına bir gün elbet varırsınız.
Bilgi demişken internetten söz etmeden olmaz. İnternet gerçekten bir bilgi kirliliğidir. Şu sıralar ben ya haber için kullanıyorum, ya araştırdığım bir konu üzerine yorum okumak için ya da iletişim için. Biraz da bloglar ve köşe yazıları iyidir. Bence bundan fazlası saçmadır. İnternet, insanın bilgisine hiçbir şey katmıyor. Vakit çalıyor, dar ve fakir bırakıyor ve üzüyor. Sosyal medyada filozof gibi bir cümle çıkarıp da yazacağım derken iç çamaşırına ter bulaştırıyor adam. Çoğu zaman alıntı cümlelerden beyan sunuluyor. Bazıları gezi fotoğraflarını ekliyor, bardan resimleri koyuyor, öbürü ona bakıp içini daraltıyor. Ben neden yalnızım diye hayıflanmaya başlıyor. Günümüz çağı bence gençler için oldukça zor.
Kısaca bir özetlersek, okurken yazmamayı öğrenmeye başladım. Yazmak gerçekten büyük bir iş ve bunun için ortaya bilgi, emek ve fikirle yoğrulmuş bir hamur koymak gerek. Yazmak için iyi okumak, iyi yaşamak gerek. Bilgi gerek. Okumak gerek. Elbette okurken yaş unsurunu da dikkate alarak iyi kitaplar seçmek. [ilk paragrafta verdiğim örneğe ithafen.] Okumak, sırf bilgili olmak ve bilgiyi paylaşmak için değildir. Geleceği de görmek içindir okumak.
Okuyan herkese teşekkürler. Yakın bir zamanda futbol tarihi üzerine güzel bir çalışmayla dönmek dileğiyle.
Yorumlar