Tevfik Fikret ve Mehmet Akif Ersoy arasındaki atışma
Konu üzerine fikir sahibi olduğum kitabı yıllar öncesinde okumama rağmen geçtiğimiz günlerde can sıkıntısının verdiği boşlukla elimi yine aynı kitaba denk getirmiştim. Mehmet Akif'in hayatını anlatan, yıllar önce okumama rağmen beni o dönemde de, şimdiki zamanda da etkilemiş olan bu kitapta, Mehmet Akif Ersoy ve Tevfik Fikret arasında atışmalar en çok ilgimi çeken konu olmuştur. Türk Edebiyatının bu iki unutulmaz şairi arasında geçen atışmaya bakir kalanlar için konuyu derlemeye karar verdim.
Tevfik Fikret, 1867-1915 yılları arasında yaşamış, elindeki kalemi ciddi bir şekilde tutan ve gelecek kuşaklara örnek sarf etmiş cümleler kuran Galatasaray Lisesi başmuavinlerinden biri. Asıl adı Mehmed Tevfik'tir. Başlarda yerel halk arasında tanınan Tevfik Fikret'in milli edebi ve fikir hayatına büyük katkılar sağlanacağı kanaati getirilir. Hatta dönemde Mirsad dergisinin başlattığı "Tevhid" müsabakasına ve arkasından yine aynı derginin, Sultan Abdulhamid'i medh etmek üzerine açtığı şiir yarışmalarına katılarak her ikisinde birinci gelmiş ve kendisine halk tarafından 'hürriyetçilerin öncüsü' şeklinde bir bakış açısı getirilmişti.
Allah! Ey meali direng-aver-i hayal,
Ey Zat-ı Pak-i berter-i her fikr ü her meal
Tevfik Fikret
Ele aldığı şiirlerde inancı üzerine meşakatli girişler yapan Tevfik Fikret'i, öğrencisi Ruşen Eşref Ünaydın şöyle anlatıyor: "Hele gençliğinde gayet neşeliymiş, şarkılar söylermiş. Mevlid'i pek sever ve ezberindeki parçaları pek müessir okurmuş. Her Cuma gecesi Yasin'i muhrik bir sesle ölülerine ithaf eder, namaz kılarmış. Sonra neşesi azalmış..."
Tevfik Fikret'in neşesinin azalması, Robert Kolej'in yanına yaptırdığı ve adına Aşiyan dediği evinde, cemiyetten ve milletten kopuk bir halde yaşamasına bağlanmış; Balkan ve Cihan Harbi'nin Milli duyguları şahlandıran olayları, ona bir mısra dahi yazdırmamıştır.
Kendisini çok yakından tanıyan Süleyman Naif isimli dostu, Tevfik Fikret'teki bu menfi değişimi, son yıllarına kadar teşhis ve tedavi edilmemiş olan ağır şeker hastalığının beden ve ruhundaki tahribatına bağlamıştır: "Görülüyor ki, Tevfik Fikret, bir ikinci Akif olup bizlere, güzellik ve doğruluğun yolunu gösterecekken, ne yazık ki, büyük bir kayıp olarak milletçe elimizden kaçırdığımız bir şahsiyet olmuştur."
Bu dönemde İttihatçılar ve Batıcı görüşler tarafından el üstünde tutulan Tevfik Fikret, kendilerini destekleyen bu grupların yaptıkları yolsuzluklara "Doksan Beşe Doğru" ve "Han-ı Yağma" şiirleriyle tepki gösterince, aleyhinde propaganda yapılmıştır.
Her şeref yapma, her saadet piç.
Her şeyin ibtidası ahiri hiç.
Din şehid ister, asüman kurban,
Her zaman her tarafta kan, kan, kan!
.......................
Kahramanlık, esası kan vahşet,
Beldeler çiğne, ordular mahvet.
Kes, kopar, kır, sürükle, ez, yak, yık,
Ne "aman" bil, ne "ah" işit, ne "yazık"
.......................
İşte hürriyet-i hakikiyye:
Ne muharip, ne harb u istila,
Ne tasallut, ne saltanat, ne şeka
Ne şikayet, ne zulm ü istibdad
Ben benim, sen de sen, ne Rab, ne ibad.
Tevfik Fikret'in 'Eski Tarih' adlı manzumesinden belli bölümler
Tevfik Fikret, 28 Nisan 1905'de yayımladığı "Eski Tarih" adlı ikiyüz oniki mısralık manzumesiyle, herşeye karşı nefret duyan ve derin bir husus içinde, tarihten başlayarak, insanlarca yüce ve kutsal bilinen her şeye hücum etmiş ve Allah'ın varlığını inkar etmiş. O dönemde ismi sayılan bir isim olan Tevfik Fikret'in bu manzumesi, dini bilgi ve duygulardan uzak kalmış aydınlar üzerinde derin bir etki bırakmış, din aleyhinde saf tutan insanlar için ise bir istismar olarak görülmüş. Meşrutiyet'ten önceki yıllarda, okurlar arasında elden ele dolaşan "Eski Tarih" 1908'den sonra basılmış ve birçok dindar aydının reddiyeler yazmasına vesile olmuştur. Manzume, ayrıca Latin harflerin kabulünün ardından ilk basılan kitaplar arasında yerini almıştır.
Mehmet Akif ve Tevfik Fikret, ilk olarak Meşrutiyet'te karşılaşmıştı ve her ikisi de hocaydı. Yanında bulunan bir dostu, "Fikret sende ne tesir yaptı?" diye sorunca Mehmet Akif, bunu, "Sevemedim bu adamı. Benim gibi ilk görüştüğü adama yirmi senelik arkadaşlarını çekiştirdi. Bu tuhafıma gitti." şeklinde yanıtladı. Aradan bir kaç yıl geçmişti ve Mehmet Akif'e soru soran bu dost, Tevfik Fikret ile tanışmıştı. Tevfik Fikret yine benzer cümleler kurarak arkadaşlarını ilk kez tanıştığı birine çekiştirmişti. "Eski Tarih" isimli manzumesini yayınladıktan sonra ise Mehmet Akif, Tevfik Fikret hakkında şu cümleleri sarfetti: "Bu adam Peygamberime sövdü, babama sövse affederdim, fakat Peygambere sövmek... Bunu ölürüm de hazzetmem." Oysa başlarda Mehmet Akif, Tevfik Fikret'i seviyor ve kıymet veriyordu. Şöyle devam etmişti: "Ahlak kürsüsünden haykıran bir adamın, ister inansın, ister inanmasın, halkın ahlak mesnidi olan bir varlığa ulu orta sövmesi, işte bu akılların kabul edemeyeceği şey."
Mehmet Akif, Tevfik Fikret'in bu manzumesine "Sabilerin yüreğinden kopardı imanı" diyerek karşılık vermiştir. Bunun üzerine Süleymaniye Kürsüsünde konuşma yaparak şunları söylemiştir:
Serseri: Hiçbirinin mesleği yok, meşrebi yok;
Filozof hepsi; fakat pek çoğunun mektebi yok
Şimdi Allah'a söver... Sonra biraz bol para ver;
Hiç utanmaz, Protestanlara zangoçluk eder!
Tevfik Fikret, bu mısralara iki yıl sonra, "Tarih-i Kadim'e Zeyl" adını taşıyan seksen mısralık bir manzumeyle cevap verdi. Bu manzumeyi kaleme aldıktan dokuz ay sonra, hayata veda etti. Tevfik Fikret, bu manzumede fikirlerini daha açık ve şiddetli olarak ifade ediyordu. Zeyl'de kendisinin de vaktiyle Akif gibi cami cami dolaştığını, namaz kıldığını, Cennet ve Cehennem'e inandığı söyleyen Tevfik Fikret, şöyle devam ediyordu:
Ben de aşıktım ezan nağmesine,
Bir koşardım ki, o Allah sesine.
Ben de tesbih ü dua savm ü salat
Hepsini hepsini yaptım, heyhat!
Çünkü telkinlere aldanmıştım,
Kandığın şeylere hep kanmıştım.
......................
Sevdim Allah'ı da Peygamber'i de,
O olay kaldı bugün hep geride.
Bu olayda Mehmet Akif'i kızdıran ve cevap vermeye mecbur bırakan şey, Fikret'in dini reddetmesi değil, Müslüman bir toplumda yaşadığı halde, o toplumu bir arada tutan temel değerlere saldırması; bu yaparken cemiyette meydana gelecek çözümlemeyi düşünmemesi ve dindarların en hassas oldukları konularda, onların inançlarına kaba hakaret etmesiydi.
Mehmet Akif, "Berlin Hatıraları" manzumesinde, eski edebiyatımız gibi yeni edebiyatımızın da halkın ahlakına zarar verdiğini; yeni bazı yazarların, içki ve fuhşu yaymak için deyusluk yaptığını, ancak dindar halka tesir edemediklerini; bunun için önce dini ve ahlakı yıkmaya karar verdiklerini yazar:
Fakat bu, ırzını dellala vermiş, alçaklar
Muhiti levse henüz bulmayınca amade;
"Diyasetin edebi şekli sökmüyor sade...
"Bir öyle felsefe lazım ki: Susturup halkı,
"Birer birer kırıversin kuyüd-i ahlakı.
"Mukaddesatını millet bırakmıyor hala;
"Fezayı köhne bir "Allah"tır etmiş istila!
"O indirilmelidir Arş-ı Kibriya'sından,
"Ki biz de kurtulalım şunların rüyasından!
"Ne istesen yapamazsın: Elin kolun bağlı.
"Ta'assubun rolü hala ne müdhiş anlamalı!
Daha sonraları Mehmet Akif, manzumesinde Tevfik Fikret'i tanıtır, onun ağzından Batıcılığı konuşturmaya devam eder.
Anlaşıldığı gibi, Tevfik Fikret'in ikiyüz oniki mısralık "Tarih-i Kadim"ine Mehmet Akif Ersoy, dört mısra ile karşılık vermiş ve buna seksen mısralık bir cevap almıştır. Berlin seyahatnamesinde seksen dört mısralık manzumesiyle "dinsizlik adına taassup" çerçeveli bir yanıt vermiş ancak seyahati sırasında vefat eden Tevfik Fikret, bu yazılanlar hakkında bilgi sahibi olamamıştır.
İşte iki usta arasında geçen olay bu şekildedir. Bir tarafta istiklal şairi Mehmet Akif Ersoy, diğer tarafta "Aklı hür, fikri hür, vicdanı hür" sözleriyle itibar görmüş güçlü bir kalem. Tarih, bu çekişmeyi bu şekilde not etti.
Yorumlar
İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy, M.Ertuğrul Düzdağ, İski Yayınları, 2002